Kriz yönetimi odağında kurumsal şeffaflık

Şirketlerin paydaşlarıyla sürdürdüğü iletişim şekillerini gözden geçirip yeniden yorumladığı şu günlerde, kurumsal şeffaflık, modern iş dünyasında daha sağlam bir zemine oturmaya başlıyor ve kurumsal iletişimde temel bir unsur olmaya başlıyor.

Yalnızca şirketin ekonomik ve mali durumunun açık bir biçimde paylaşılması gibi dar bir bakış açısıyla tanımlamadığımız kurumsal şeffaflık kavramı, karar alma mekanizmalarının görünürlüğünden stratejik hedeflerin şeffaf bir biçimde iletilmesine kadar çok kapsamlı bir sürecin yönetilmesini kapsıyor.

Geçmişe göre daha hızlı yol alan en önemli iki kavram olan küreselleşme ve dijital dönüşüm, şeffaflık kavramının kurumsal itibar yönetimindeki rolünü daha da belirgin bir hale getiriyor.

Kavramsal çerçeve odağında kurumsal şeffaflık

En başında özetle bahsetmek isterim; kurumsal şeffaflık kavramı, herhangi bir formdaki bir organizasyonun yürüttüğü tüm faaliyetlerin, organizasyonun tüm paydaşları tarafından anlaşılabilir, izlenebilir ve denetlenebilir olmasını sağlayan sistematik bir yaklaşım.

Kurumsal şeffaflık, yalnızca finansal verileri halka açık hale getirmekle alakalı değil. Organizasyon içindeki karar alma mekanizmalarının nasıl işlediğiniden tedarik zincirici politikasına, şirketin çevre ile olan etkileşimlerinin raporlanmasından terfii ve maaş politikasına kadar çok farklı kapsam ve boyuttaki veri, teknik olarak kurumsal şeffaflık stratejisi kapsamında kamuya paylaşılacak hale getirilebilir.

Şeffaflıkla kavramsal olarak birbiri içine geçen ve genellikle de birbiriyle karıştırılan diğer kavram hesap verilebilirlik. Bu iki kavram birbiri içinde geçmiş vaziyette ve aralarındaki ilişkiyi simbiyotik olarak tanımlamak yanlış olmaz.

Basit bir örnek vermek gerekirse, bir kurumun şeffaf olması, bu şirketi yöneten yöneticilerin aldıkları kararların sonuçlarından da sorumlu tutulabilmelerinin ön koşulu; bu da özellikle şirket halka açıksa, hissedar haklarının korunmasını sağlamak için kritik önem taşıyor.

Kurumsal şeffaflığın küresel boyuttaki gelişimi

Kurumlardan daha şeffaf olmalarına dair ilk taleplerin 1990’lı yıllarda dünyanın hemen hemen her kısmındaki şirketlerde duymaya başladığımız skandallara ve farklı dönemlerde meydana gelen finansal krizlerde ortaya çıktığını görüyoruz.

Houston’lu enerji şirketi Enron’un adının karıştığı ve şirketin iflasıyla sonuçlanan denetim skandalından sonra 2002 yılında yürürlüğe giren Sarbanes — Oxley Yasası, finansal raporlama alanında şeffaflık standartlarını küresel ölçekte yeniden şekillendirmesi bakımından önemli.

Bu yasa, halka açık şirketlere kapsamlı bir denetim ve mali düzenleme getiren bir yasa ve temel hedefi tüm paydaşları muhasebe hatalarından ve hileli uygulamalardan korumaya yardımcı olan mevzuatı oluşturmak.

Şeffaflığı uluslararası boyutu belirleyen bir diğer standart, OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri ve Küresel Raporlama Girişimi (GRI). Bu yönetim ilkelerinin temel amacı kurumsal yapılar için kurumsal çerçeveyi değerlendirmek ve iyileştirmek, yatırımcılar, şirketler ve kurumsal gelişim süreçlerini iyileştirmek isteyenler için bir rehberlik sağlamak.

Blok zincir tabanlı yönetim sistemleri veya günümüzde herkesin ilgi alanında olan yapay zeka destekli üretim, planlama, finansman ve raporlama araçları sayesinde şeffaf olmak için özel bir çaba sarf etmeye gerek kalmıyor ve süreçlere müdahale edilme ihtimali azalıyor. Anlamak gereken şey belki de, dijitalleşmenin şeffaflıktan ne anladığımızı bütünüyle değiştirdiği.

Serinin sonraki yazısında görüşmek üzere.

Benzer içerikler