Neden artık tıpkı bizden bir önceki kuşak gibi büyük birikimler yapmayı hedeflemek yerine daha küçük şeylere yöneliyor ve bunlarla mutlu oluyoruz?
2025 yılı itibariyle hem ulusal hem de küresel ölçekte içinden geçtiğimiz ekonomik bunalım ve bu bunalımla birlikte gelen yeni bir tür finansal gerçeklik, toplumun büyük kısmını oluşturan orta gelirli insanların büyük hedeflerini ulaşılması güç bir hayale dönüştürdü.
Şehrin göreceli olarak iyi bir kısmında ev sahibi olmak, içindeyken kendini güvende hissedeceğin bir otomobil kullanmak ya da yılın belli dönemlerinde deniz kıyısında, ormanda ya da dağda kar tatili yapmak artık çoğumuz için yalnızca ekonomik olarak değil, ne yazık ki psikolojik olarak da çok uzakta.
İnsanların ellerinde olmayan sebeplerle kendilerine büyük hedefler koymadan daha hızlı bir şekilde varabilecekleri küçük hedefler belirlemesi, bir tür tatmin olma hissiyle bağlantılı ve bu, mikro tatmin olarak tanımlanmış.
Peki neden artık tıpkı bizden bir önceki kuşak gibi büyük birikimler yapmayı hedeflemek yerine daha küçük olanlara yatırım yapmayı tercih ediyor ve bunlarla mutlu oluyoruz?
İmkansızın şarkısı*
Birinci elden bildiğine emin olduğum bir şey var; orta sınıfı oluşturan insanlar için eskiden daha erişilebilir olan hedeflerin artık bir tür imkansızın şarkısı haline geldiği.
*Haruki Murakami’nin aynı ismi taşıyan kitabından esinlenerek
Devamlı ve logaritmik şekilde artan gayrimenkul fiyatları, yeni vergilerle fiyatları katlanan otomobiller, hatta temel yaşamı devam ettirmek için gerekli olan ürünlerin her gün değişen fiyatları, dalgalanan döviz kurları, yaratılan suni krizler ve bunun neticesinde ağırlaşan ekonomik koşullar yeni çözüm yolları geliştirmeye ve kaynakları en gerekli olana ayırmaya yönlendiriyor.
Orta sınıftan insanların olduğu bir açık alanda on kişiyi çevirsen ve onlara önlerindeki on yıl için hedeflerini sorsan, bu insan grubunun içinden bir kişinin bile on yıl boyunca para biriktirerek ev sahibi olma hedefini taşımadığını görmen mümkün.
Bu durum ne yazık ki kabullenilmiş ve dolayısıyla da normalleşmiş halde.
Küçük olanla mutlu olmak tam da bu aşamada devreye giriyor; mikro tatmin insanların erişebilecekleri şeylere para harcamasıyla birlikte ortaya çıkan bir tür savunma mekanizması gibi.
Mikro tatmin nedir?
Daha önce, farklı formatlarda ürettiğim içeriklerde size dopaminden bahsetmiştim, özetle söylemek gerekirse, kısa süreli haz veren bir hormon bu. Mikro tatminde de bu hormonun rolü büyük.
Örneğin yeni bir cep telefonu almak istiyorsun ama son modeli çok pahalı, bunun yerine sahip olduğun telefona yeni bir kılıf alıyorsun.
Beğendiğin semtte bir ev almak hayal olduysa, halihazırda yaşadığın evin mutfağına yeni bir kahve makinesi ve yanına on kutu kapsül kahve satın almak bir tür zafer kazanmışsın gibi hissettiriyor.
Hayalini kurduğun evin balkonundan yapamasan da, sosyal medyanda bir içtiğin bir içkiye eşlik eden şık bir ambiyasın fotoğrafını paylaşmak sana yetmeye başlıyor.
Kim bilir, belki de dopamin hormonunu daha iyi incelemeli ve insan hayatına olan etkileri konusunda daha fazla araştırma okumalıyız.
Konuya dönecek olursak…
Daha büyük bir hayali gerçekleştirmek için gerekli aksiyonları almaktansa daha küçük şeylerle tatmin hissini yaşamak psikolojik olarak da daha mantıklı görünüyor.
Büyük hedeflere ulaşmak zaman ve sabır gerektirir; zaman belirsizliklerle ve risklerle doludur, bu da özetle, daha fazla stres demek.
Büyük hedefe ulaşmak için bir bekleme süresinden geçmek gerekirken, küçük hedefler hemen ve şimdi gerçekleşebilir. İnsanlar olarak mikro tatminlere yönelmekteki motivasyonumuz biraz da bu.
İstediğin bir şeyin çabucak, hemen ve sorunsuz şekilde gerçekleşmesini istediğin olmuştur, konu biraz bu isteğini dizginlemek ve sabretmeyi başarmakla ilgili.

Mikrotatminlerle tüketim kültürü arasında ne gibi bir ilişki var?
Mikrotatmin kavramını, doğrudan psikoloji ve sosyoloji çalışan insanlardan daha iyi anlayan bir meslek grubu daha var bence; bu da pazarlama iletişimi çalışanlar ve reklamcılar.
Herhangi bir kategoride yer alan büyük, erişilmez görünen ve lüks ürünleri / hizmetleri / yaşam standartlarını kısa vadede satın almak konusunda umutsuz olan toplum parçacığı için erişilmez konumda olanı andıran, kategori adının önünde ulaşılabilir gibi daha pozitif ve algıyı olduğu yerden başka bir tarafa yönlendirmeye istekli bir kelime olan bir segment yarattılar.
Bu istek algısının oluşmasına neden olan şeylerin başında da sosyal medya var. Özellikle görsel içerik üreterek var olunan sosyal medya hesaplarında aksettirilen yaşam biçimleri ve elde edilmiş imkanların imgelemleri hangi boyutta olursa olsun, insanları ben de buradayım dedirtecek harcamalara yönlendiriyor.
Örneğin, çok beğendiğin o büyük SUV otomobile erişemiyor musun; görüntü itibariyle ona benzeyen fakat işlev ve kullanım şekli bakımından pahalı olanla alakası olmayan daha ucuz bir başka modele yönel.
Şekli, boyutu, rengi ve duruşuyla sana çok iyi gideceğini düşündüğün bir kol saatini alamıyor musun; o markanın yakınına konumlanan fakat yine de o çok beğendiğin saatten tasarımsal izler taşıyan markanın ürününü al.
Nisan–Mayıs 2025 tarihleri arasında 18 pazarda 25.998 tüketici ile gerçekleştirilen State of the Consumer Market Survey’e göre, tüketicilerin harcama alışkanlıklarının anında tatmin, değer ve konfor beklentisiyle şekilleniyor.
İlginç olan şey ise, en büyük eğilimin tüketicilerin bir kategoride tasarruf etmeye eğilim gösterirken bir başka kategoride başka bir kategoride “küçük lüks” harcamaları yapmaları.
Ingenutyhub’da yayınlanan bir blog yazısına göre, tüketicilerin %47’si kriz dönemlerinde bile küçük keyif harcamalarını yapmaya devam ediyor, %53’ü ise giyim gibi göreceli olarak daha pahalı olan tüketim kategorilerde tasarrufa yöneliyor.
Bunun gösterdiği şey, aslında duygusal tatmin arayışının finansal olarak temkinli davranmanın önüne geçebildiği…
Küçük bir egzersiz yapalım; bugün işten / okuldan ya da her neredeysen; dışarı çıktığında biraz dur ve etrafına bak; ama biraz daha farklında ol.
Her zaman gittiğin zincir kahveci, menüne biraz daha fazla patates koyan hamburgerci, abonesi olduğun favori film / dizi / müzik / podcast platformu…
Bunların hiç biri sana dur, yavaşla, birikim yap ve daha büyük hayallerini gerçekleştirmek için gerekli yatırımı yap! demiyor; hayatın durup seni beklemediğini ve anı yaşaman gerektiğini telkin ediyor.
Gelecek geldi mi, gelmediyse gelecek nerde?
Mikrotatminden bütünüyle kötü bir şeymiş gibi bahsediyor olabilirim, fakat anlık olarak mutluluk sağlaması, sevimli kaçamaklar yaptırması, strese karşı geçici ve — ne yazık ki kısa süreli bir çare olması, yeni sosyal bağlar kurmaya / var olan sosyal bağları güçlendirmeye yardımcı olması bakımından fena görünmüyorlar.
Fakat gözden kaçırmamak gereken en önemli şey, mikrotatminlerin insanı küçük şeylerle yetinmeye alıştırması; yani birikim kültürünü deforme ederek bunu tamamen yok etmeye yönelik bir his olması.
İnsan zihni oldukça karmaşık ve zihin küçük şeylerle tatmin olmaya aşina olduğunda daha büyük bir hedefe ulaşmak için gerekli çabayı göstermeyi gereksiz kılabilir ve bundan kaçınabilir.
Bu, bugün buradan baktığımda şahsen bana çok da iyi görünmüyor.
Mesele aslında tam da burada başlıyor. Toplumun bizi şartlandırdığı bazı kırılma noktaları var; ev sahibi olmak, güzel bir araba sürmek, yanında yakışıklı bir adamın / güzel bir kadının olması, makbul bir hayat sürmek…
Bunların birine ya da bir kısmına erişilemeyecek durumdaysam; gerçekten büyük bir hedefe ulaşmaya çalışmaya gerek var mı? diye sorgulamaya başlıyorum.
Erişilmezlik hissi, modern insanın, yaşadığı hayatta onu motive eden şeylerin ne olduğunu yeniden gözden geçirmesine neden olan kritik bir dönüşümü temsil ediyor.
Mikrotatminleri bugünkü yaşam koşulları içinde bütünüyle hayatından söküp atmak pek mümkün görünmüyor, en azından içinde yaşadığımız koşullarda.
Bunlar birçok insan için bir tür kaçış rampası; fakat şu soruyu kendi kendine sormayı başarmak işine yarayabilir; Buna gerçekten ihtiyacım var mı, bu ürünü aldığımda gerçekten mutlu olacak mıyım?
Yaşam maliyetinin ve ekonomik belirsizliklerin arttığı kesin, yarının ne getireceğini bilmediğimizden büyük hayaller kurmaktan imtina ediyor; hayallerimizden uzaklaşırken daha küçük mutlulukları hayatımızın tammerkezine konumlandırmayı tercih ediyoruz.
İşin özüne bakmak gerekirse, buradaki asıl mesele para ve paraya sahip olmak değil, neyin sana gerçekten değer kattığını bilmek.
İster mikro tatmin olarak tanımla istersen mikrolüksçükler; hayatlarımızı artık lezzetli bir kahveyle, güzel kokan bir parfümle, ışıl ışıl parlayan yeni bir çift ayakkabıyla ya da yalnızca adı premium olan bir üyelikle tamamlıyor ve ne yazık ki hayatımızı bunlarla doldurmaya gönüllü oluyoruz.
Belki de sorunun kendi aslında bu büyük hedeflerin kendisinde; belki de hayatı yaşayış biçimini gözden geçirmeli, öncelikleri ve kriterleri yeniden gözden geçirerek biriktirmeye değil de anı yaşamaya odaklanmalıyız.
Kim bilir, belki böylesi daha iyidir…
